bugün

entry'ler (101)

en sevilmeyen ev işi

1.) ütü
2.) toz alma
3.) tamir aleti olmayan bir arızayı başka bir şeyle tamir etmeye çalışmak.

cemaatlerin kapatılması gerekliliği

Boş ve sacma önerme. Biri kapatılırsa başkası cıkar, doğuda her aşiretin bağlı olduğubirileri vardır, tek cami imamı biraz ön plana cıksa faaliyetini genisletse bir cemaaat, topluluk oluşur, amacı din olduğundan bunların popilaritesi bu kadar yüksek , yani sırf tık sayısı, magazini fazla diye ön plana cıkıyor, icinden dini çıkar sendikalar, sivil toplum kuruluşları, derneklerden bir farkı kalmaz. Amacınız kapatmak değil ihya etmek, niteliklendirmek, reforma sokmak olsun.
imla edit.

emre isminin anlamı

Arkadaş, dost demek. iyi niyetli insanlara selam olsun.

ismail metin temel in taktığı bere

Askerden yeni gelen abim askeriyenin kıyafetleri yenileniyor,düzenlenecek falan demişti onunla alakalı bir değişikliktir yakında bunuda değiştirirler çokta takılmamak lazım bence.

tarafsız haber yapan sadece 2 kişi kalması

Arkadaşlar saçmalamayın milleti boşu boşuna şişirmeyin ismail, fatih bilmem ne diye. Sizin tarafsızlık dediğiniz de başka bir taraf!

takım elbise giyip starbucks a giden suud prensi

Suudlar vehhabi kafasından uzaklasıyor bu adam ulkeyi çok acayip bi yerlere götürcek ama hadi hayırlısı bakalım. (bkz: sikmeseler bari)

hayırlı kandiller

Kimse kutlamamış galiba ben kutlayayım hayırlı kandiller sözlük.

hamile kadınlardaki kendini beğenmişlik durumu

Abi yalnız hakkını vermek lazım onlarda canlı çıkarıyor büyük meziyet.

pempe otobüs istemeyen adamların amacı

Arkadaşım sefer saatlerini arttırsak bütün dert tasa bitecek kimse göt göte yolculuk yapmayacak, bunu icin ugraşsak hic bu renk muhabbetine gerek kalmaz ama ne yapalım.

aydinoglu 45

En son 24lerde gördüydüm, bir ara gittim geldim bayağı ilerlemis helal olsun (bkz: anam coştu lan bunlar)

yazarların en çok sevdiği kuruyemiş

Tuzlu fıstık candır bro, pis boğazlık kazanacak.

of lu yazarlar

ana tarafından kayı boyundan çıkma manav bir soyum baba tarafından ise daha üç nesil öncesinden çadırda yaşayan bir yörük sülalesinin 121. evladıyım ama babaannemin dedesi zamanında oftan bursaya göçmüş çok azda olsa bir of'luluk mevcut. saygılar.

inegöl bld bşk aktaş ın bursa bld bşk olması

medyada bu adamın ve edebalinin isimlerinin ön plana çıktığını farkettim. bazı kesimler özellikle inegöllüleri şişiriyor ve destekliyorlar; o bu işi yapar, inegölü ihya etti vs diye. çevremdeki insanlarında bu kanıda olduğunu görüyorum fakat bunu söyleyenlerin (özellikle benim tanıdıklarımın) hayatlarında dogru dürüst ne inegöle gittikilerini ve ne de ali nur aktaşı tanıdıklarını düşünmüyorum. bu konuda en iyisini inegöllüler bilir ama onlarında genelinin kendi adamını yereceklerini pek düşünmüyorum. bence.

kızların tanımadığı birine kanka demesi

tamam yavrucum sana sarkmayacağız sadece kalem ve not almaya geldik, meraklı değiliz senin höşmerim gibi suratına. her cümlenin başına ve sonuna kanka eklemene gerek yok. beş senedir bulunduğun fotokopiciye gelmemizin sebebi senin tahta vücuduna hayran olmamız değil mezun olamamamız. (bkz: diyemedim ya le)

kafamda deli sorular

bu yazı yeni marmara gazetesi yazarlarından mehmet ali yılmaz'ın 28.10.17 yazılı "kafamda deli sorular" adlı köşe yazısından alıntıdır.

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan, 
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan; 
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan…”
 
Hadi len!
 
Tabuları yıkalım, gerçekleri görelim; Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarında ellerinde bayraklarla bu marş eşliğinde mısır patlağı gibi zıp zıp zıplayan abilerim, ablalarım ve dahi Ce He Pe’li kardaşlarım, hiçbir şey öyle göründüğü, gösterildiği gibi değil alemde, özellikle Hayrünisa ablanın oğlan Güven, sana da sesleniyorum, iyi oku, sonra da araştır bi bak bugün anlatacaklarımı!
 
Gavurların, özellikle de ingilizlerin üstümüze saldığı Yunan’ın, Anadolu’yu istilası sırasında kahramanlık destanı yazanların yanı sıra üstelik de yanlarında tüfekleriyle birlikte  ordunun en az yarısının cepheden kaçtığını, sonra da bunlardan bulunabilenlerin yakalandıkları yerde kurşuna dizildiklerini biliyor muydun mesela?
 
Peki, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Atatürk’ün Kağnısıisimli şiirinde “Yediyordu Elif kağnısını kara geceden geceden” diye anlattığı Kastamonu’nun inebolu kazasından yola çıkan Elif’in o “top mermisi taşıma işini” vatan millet aşkıyla değil de Ankara Hükümetinden alacağı para karşılığı yaptığı gerçeğini?
 
O top mermileri nereden geliyordu sence?
 
O mermiler, o bombalar, o tüfekler?
 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Rusların verdiği para, silah ve mühimmatla kurulduğunu da bilmiyorsun muhtemelen sen!
 
Osmanlı’nın son döneminde Alman kucağınaoturan devletin sonradan “Mustafa Kemal eliyle”emperyalistlerin ama özellikle de ingilizlerin eline teslim edilip, Londra’yla küçük yaşta evlendirildiğinden de haberin yoktur muhtemelen!
 
Ne oldu?
 
“Mustafa Kemal” deyince tüylerin mi kabardı birden şu mübarek bayram gününde?!.
 
Bizler yani, ömürleri boyunca dünyaya sol pencereden bakanlar o kadar çok yanıltılıp kandırıldık ki, mesela Anadolu aydınlanmasında büyük iş başaran köy enstitülerini Adnan Menderes’in yani, Demokrat Parti’nin kapattığını sanır pek çoğumuz; oysa ismet inönü’nün başında bulunduğu CHP Hükümeti tarihe gömmüştür onları da!
 
Adnan Menderes’in vatana ihanet ettiği, Marshall yardımlarını alarak ülkeyi Amerika’ya peşkeş çektiği için filan milliyetçi Türk subayları tarafından asıldığını sanırız örneğin, şimdilerde Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi memleketin yüzünü doğuya çevirip, Rusya’yla işbirliğine yöneldiği için Sam Amcanın Türkiye’deki iş birlikçileri tarafından örnek olsun diye cezalandırıldığını bilmeyiz mesela?
 
Cahiliz çok!
 
Pek çoğumuz en az bir softa kadar tutucu ve yobaz üstelik!
 
Emperyalizme, kapitalizme karşıyızdır; Atatürkçüyüzdür pek çoğumuz, Atatürk’ü de gerçek yanıyla hiç bilmeyiz, tapacak düzeyde severiz onu, ne toz kondururuz, ne de laf üzerine.
 
On yılda on milyon genç yaratmış, kendi “öz sermayesiyle” çalışarak sıfırdan yepyeni bir ülke kurmuşuzdur ulu önderimiz sayesinde.
 
Hadi len!
 
Oysa asıl gerçek hiç de öyle değildi biliyor musunuz?!
 
Yeni Türkiye Cumhuriyeti yabancıların onay ve para yani, sermaye vermesiyle kurulmuş, faizi yani, rantı daima Türk halkına ödetilen, ingiliz gizli hükümranlığında vücut bulmuş, batılılar eliyle acımasız bir şekilde yıllarca sömürülen bir garip devletti aslında!
 
Ve memleketi emperyalistlere yani kapitalistlere üstelik de anahtar teslimi elden ilk verenler de Mustafa Kemal ve ismet inönü’den başkası değildi!
 
Can Ertan, bundan sonra yazacaklarımı özellikle sen oku dikkatlice, ondan sonra da Facebook’a yaz yine “sol, sol, sol” diye; sana söylüyorum Can Ertan, Hayrünisa ablanın oğlan sen anla!
 
Tarih 22 Ocak 1923’tür.
 
Aslında yeni Türk devletinin dünya devleri tarafından tanınması için tavizlerin verilip, anlaşmaların yapıldığı toplantı dizilerinden oluşan "Lozan görüşmelerinin" kesintiye uğramasına artık ramak kalmıştır.
 
Mustafa Kemal Bursa’da bir konuşma yapar ve bu açıklama Anadolu Ajansı marifetiyle tüm dünyaya duyurulur.
 
Atatürk’ün üzerinde durduğu konu “yabancı sermayedir”!..
 
Yabancı sermayeye “gel gel” yaparak, şunları söyler Kemal:
 
“Maatteessüf memleketimiz baştan nihayete kadar harabezardır, yoldan mahrumdur, şehirler haraptır.
Köyler perişandır. 
Sanayimiz geridir. 
Limanlarımız yoktur. 
Madenlerimizi işletemiyoruz.
Bu memleket insanlarının medeniyet yolunda ne kadar geri kaldıklarını, maişet seviyelerinin ne kadar acınacak halde olduğunu düşünürsek, bütün bu noksanları telafi için neler yapmağa mecbur olduğumuzu suhuletle takdir edebiliriz.
Bu vasi memleketi bir mamureye çevirmek lazımdır.
Bu halk zengin olmaya mecburdur. 
Memleket mamur olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hâlâ yaşamak imkanından bahsederlerse, inanmayınız.
Maddeten düşünelim:
Bütün bu şeyleri yapmak kolay değildir.
Memleketimizi medeniyet-i hazıranın icap ettirdiği dereceye bir an evvel isal için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmi ve fenni teşebbüsleri kafi gelmez.
Haricin sermayesine, ihtisasına da ihtiyacımız vardır. 
Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz. 
Biraz daha geniş milliyetperver oluyoruz:
 
“Ecnebi sermayesinden istifade edeceğiz.“
 
Az zaman içinde memleketimizin mühim merkezlerini şimendiferle birbirine raptetmek lazımdır.
Memlekette metfun olan maden hazinelerini işletmek lâzımdır.
iktisadi faaliyetin, servet haline inkılâp etmesi için en lüzumlu şeyler yollardır, seri vesait-i nakliyedir, şimendiferlerdir.”
 
Ve Lozan görüşmeleri kesintiye uğruyor.
 
Bu kez de izmir’de “iktisat Kongresini” düzenliyor Mustafa Kemal.
 
Şunları söylüyor orada da kendisini tanımaları için can attığı kapitalistlere mesaj olarak:
 
“iktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasi’dir.
Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var.
Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız. 
Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin…”
 
“Gel” diyor Atatürk batılı ülkelere “gel, yeter ki ülkemi ve beni tanı, kim olursan ol, buyur, yeter ki hemen gel!..”
 
Bu kongreden tam 51 gün sonra ve 23 Nisan 1923’te yeniden  başlayacak olan Lozan görüşmelerinden iki hafta önce Mustafa Kemal’in onayıyla Amerikalı bir grupla adına “Chester Projesi” denilen bir “imtiyaz sözleşmesi” imzalar Türk hükümeti.
 
Bu anlaşmaya göre Samsun-Trabzon-Mersin ve iskenderun limanlarını Amerikalılar yapıp işletecek, Süleymaniye-Kerkük ve oradan da Musul’a uzayacak demiryolunun yapılıp 99 yıllığına işletilmesi hakkı sadece Amerika’nın olacaktı!
 
Sadece bununla da sınırlı değildi sözleşme, demiryolu hattına paralel 40 kilometrelik şerit içindeki maden ve petrol aranması, bulunduğu takdirde yine 99 yıllığına işletme hakkı da Amerikalılara verilmişti!
 
Sultan Abdülhamit vermedi böyle bir yetkiyi Almanlara!
 
Bağdat demiryolu hattı için onun sunduğu teklif 20 kilometrelik bir alanı işaret ediyordu sadece!
 
Hoş, daha sonra Musul eyaleti ingiliz manda rejimine bırakılınca bu anlaşma suya düşmüştü ama tüm gerçekliğiyle vaki olduğu gibi birileri yeni yeni kapitülasyonlar oluşturuyor, yeni Cumhuriyetle birlikte yurdum toprakları birilerine peşkeş çekilmeye devam ediliyordu!
 
Kızdın mı bana şimdi?
 
Daha dur, yeni başladık!
 
1923 yılında Türkiye’deki şirket ve bankaların tamamı yabancı sermayeliydi.
 
Yeni devletten her türlü yardımı görüyor, Anadolu halkını sömürmek için ortalıkta cirit atıyorlardı.
 
Dünya ekonomik krizi 1929’da yakaladı Türkiye’yi.
 
Türk lirasının değerinin astronomik şekilde düşmesinin ardından dış ticaret açığı inanılmaz bir düzeyde arttı.
 
Bu arada, biliyor musun Hayrünisa ablanın oğlan Güven, BAĞIMSIZ Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi parasını basma yetkisi yoktu o yıllarda!
 
Üzerinde Atatürk resmi olan banknotlar dışarıda Londra’da, Yahudi sermayeli finans kuruluşları tarafından basılıp getiriliyordu ülkeye!
 
Bir devlet bankasının kurulması elzemdi artık.
 
Bu yapı güya hem ekonomiye denge getirecek, hem de ileride Türk parasını basma görevini üstlenecekti.
 
1930 yılında “kibrit tekelini” bir Amerikan şirketine devrederek 10 milyon dolar kredi almakta hiçbir sakınca görmedi Atatürk!
 
Ve TC Merkez Bankası'na da o parayla ortak oldu devlet!
 
Nizamnamesi yani, ana sözleşmesi 1 Eylül 1931’de kabul edildi Merkez Bankası’nın.
 
Hisse senetleriyse 4 gruba ayrıldı.
 
A sınıfı hükümet kuruluşlarının, B sınıfı milli bankaların, C sınıfı yabancı bankalarla, imtiyazlı şirketlerin, D sınıfıysa Türk ticaret kuruluşlarıyla, Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilerin olacaktı.
 
A sınıfı hisselerde ta 1931’den, 1970 yılına dek yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin payı ne kadardı biliyor musun Güven, sadece yüzde 15; evet, milli bankamız olan ve para basma yetkisine sahip Merkez Bankası’ndaki hissemiz sadece yüzde 15’ti ve bu durumu sokakta gezen normal vatandaşın bilmesine de hiç mi hiç gerek yoktu!
 
Söylemeye lüzum var mı bilmiyorum, Merkez Bankası’nın asıl hisselerinin yüzde 85’i yabancıların elindeydi ve bugün bunların kimler oldukları hâlâ açıklanmış değil üstelik!
 
Devletin payı 1970’te zar zor yüzde 51’e, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarıyla da 2002’de yüzde 55’e çıkarıldı.
 
O gün bu gündür Recep Tayyip Erdoğan onlara artık kâr payı dağıttırmıyor, zıbık zıbık ötüyorlar medyadaki adamları vasıtasıyla!
 
Yani bugün hâlâ milli bankamızın yüzde 45’i yabancıların elinde haberimiz yok, yaşasın Cumhuriyet!
 
Bakın kağıt paraların üzerine, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazar hâlâ, “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” değil!
 
Tekrar 1930 senesine döndüğümüzde Atatürk’ün “yabancı sermayeye” verdiği sözleri muntazaman yerine getirdiğini  görüyoruz.
 
Zaten 1923’ten itibaren hazine bonosu ihraç edip yine Türkiye’de üstlenmiş yabancı finans kuruluşlarına satarak yüz milyonlarca lira kredi kullanan devlet aynı zamanda ilave olarak dış borçlanmalara da yöneliyor oralardan da paralar alıyordu Cumhuriyet’in ilk yıllarında.
 
Kendi yağımızla kavrulduğumuz hikayesi tam bir resmi yalandır aslında yani!
 
Örnek mi?
 
1934 Sovyet Kredisi: 8 milyon dolar
 
1937 – ingiliz kredisi: 2 745 000 sterlin
 
1938 – ingiliz Kredisi: 16 milyon sterlin
 
1938 – Alman Kredisi: 150 milyon Reichsmark
 
Sadece 1938 yılında alınan kredilerin parasal değeri aynı sene içindeki devlet bütçesinin tam yüzde 58’ine denk geliyordu.
 
Türkiye 1938 dışında başka hiçbir yıl bu kadar yük altına girmemiş, girememişti.
 
Az zamanda çok işler yapılmış, astronomik faizlerle Türk halkı yabancı sermayeye peşkeş çekilip, sömürü düzenine kesintisiz devam edilmişti.
 
Limanlar, demir çelik, petrol ve kimya tesisleri…
 
Evet, bunlar yapılmıştır yapılmasına elbette ama daha çok yabancı şirketlerin semirip daha da büyüyebilmeleri için ve onların istekleri sonucu!
 
Adına KiT denilen ve alınan dış kredilerle devlet eliyle yapılan iktisadi kuruluşların yükünü, kamburunu yıllarca nasıl sırtımızda taşıdığımızı anımsayın bir kere?
 
Yaşamı boyunca sadece askerlik yapmış biri olan Mustafa Kemal’in o çok çok büyük serveti, sahip olduğu büyük arazileri, pek çok çiftliği, bira, pastörize süt ve tereyağı fabrikalarını, onca gayrı menkulünü ölümüne yakın bir zamanda devlete bağışlamasıyla açıklayamaz hiç kimse bana!
 
Aklımla dalga geçmek olur bu!
 
“Niye o zaman en baştan beri tapularını kendi üzerine yaptı” diye sorarım o zaman da?
 
Bir 29 Ekim günü çok can sıkıcı değil mi tüm bunları duymak?
 
Sokrat’ın filozoflar için dillendirdiği gibi “bir at sineği gibi olmalıdır gazeteci” de, sürekli rahatsız etmelidir, tedirgin etmelidir etrafı!
 
Uzun yıllar boyunca ne yazık ki ben de aksini düşündüm ama gerçekte Atatürk’ün geride emanet bıraktığı CHP’nin de bir hayrı yoktu bu memlekete!
 
Tarihinde hiçbir zaman halkın partisi olmadı çünkü, ülkeyi tek tabanca yönettiği dönemlerde elit kesimi semirtti, hep göbekçilerdi taraftarları, insanları ezdi, zulüm yaptı.
 
devamı için

http://www.yenimarmaragaz...ale/kafamda-deli-sorular/

affekt hareket

planlamadan, ani ve şiddetli heyecan ya da korkuyla yapılan davranıştır. refleks hareketten farkı bu durumda irade mevcuttur, davranış fiil vasfına haizdir.

uşakta yaşayan adamın samimiyeti sorgulanamaz

kardeş samsun dedin farkında mısın? daha geçen sene sokakta keskin nişancı paniği yaşıyordu adamlar. yolunu şaşırıp mahalleye dalan domuzu bütün mahalleli toplanıp taşlarla sopalarla linç ettikleri video daha dün gibi aklımda.

sokakta göbek deliğini gösteren kıyafet giyen kız

istanbulda kar yağması hariç her zaman karşılaştığım bir durum bu, bu gün ataşehirde bir bayanın aynı şekilde giyinmiş ve gayet yoğun bir makyaj sürmüş olduğunu gördüm. acaibime giden mesele ise sürekli eliyle göbek deliğini kapatmaya çalışıyordu, hayır ben zaten normal yoluma gidiyorum, yolda millettin göbeğine odaklanarak yürümem ama bu hanımefendi madem göbek deliğini kapatmaya çalışacak sırtına bağladığın kazağını​ giy. etrafta gördüğünüz ve bazı çevrelerce moda halini almış şeyleri uygulamaya çalışıp kendinizi zora sokmak zorunda değilsiniz.

hayko cepkin

məndə dinlirəm.

sisteme karşı çıkmak için yapılanlar

yürüyen merdivenin solunda durmak. (bkz: göt)